Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman bugün Meclis’te yaptığı konuşmada, “Bu aymazlıkla ülke yönetilmez” ifadelerini kullandı. “Sayın Ersin Tatar, “Yürüyün de korkmayın, ben arkanızdayım” dedi. Sayın Simon tutuklanınca “Ben demiştim, geçmesin” deme noktasına geldi. Bu ülkede “Ben arkanızdayım” deyip, sonra “Yapacak bir şeyim yok” diyemezsiniz. Bu aymazlıkla ülke yönetilemez. Sorunu tıkanma noktasına getiren de bu aymazlıktır” diye konuşan Erhürman, söz konusu sorun başladıktan sonra herkesin “âlim” kesildiğini de dikkat çekti. Çözümün ne olduğunun da belli olduğuna dikkat çeken Erhürman, Taşınmaz Mal Komisyonu’nda yapılanlara işaret etti.

“Yasa açısından eşdeğerciyle tahsisçi arasında fark yok”

Erhürman, “Bir süreden beri, özellikle güneyde mülkiyet konusunda açılan davaların kuzeye ve Kıbrıs Türk halkına etkisi meselesi, Kıbrıs Türk halkının en önemli gündem maddelerinden biri olarak görülüyor” dedi. Şu anda güneyde yürürlükte bulunan Ceza Yasası’nın ilgili hükmünün, yalnızca müteahhitleri ya da yabancı emlakçıları kapsayan bir yasa hükmü olmadığına dikkat çeken Erhürman, söz konusu yasa hükmüne bakıldığında, eşdeğerciye ve tahsisçiye kadar ulaşabileceğini vurguladı. “Bu yasa açısından da eşdeğerciyle tahsisçi arasında herhangi bir fark yoktur” diyen Erhürman, kuzeydeki durumu genel olarak geçersiz sayan bir mevzuattan bahsedildiğini kaydetti. Herkesi kapsayan bir ceza yasası hükmünün olduğuna işaret eden Erhürman, “Şu ana kadar herkese uygulandı diyemeyiz; numune alma yöntemiyle, her gruptan bir kişiye yönelik girişimlerde bulunuluyor. Tazminat davaları da ceza davaları da önümüzde. Orada da bir “numuneleştirme” izleniyor. Bu, an itibarıyla büyük bir sıkıntıdır” diye konuştu. ”Bu endişe, sadece güneye geçmeyerek giderilecek bir endişe değildir” diyen Erhürman, Avrupa’ya, hatta Türkiye’ye gidişte bile sıkıntıların yaşanabileceğin altını çizdi. Meselenin çok ciddi bir şekilde ele alınması gerektiğini belirten Erhürman, “Yürütme ayağında, beklenen ciddiyetle bir şey yapıldığı yok. Eğer Sayın Tatar, Sayın Holguin’e “üçlü görüşme yapmam” dediyse, bu da son derece yanlış bir yaklaşımdır. Bizim uluslararası toplum önünde açık bir şekilde sormamız gereken sorular, söylememiz gereken şeyler vardır. Bunların Holguin’in önünde söylenmesini elinin tersiyle itmek, “doğru yol diplomasidir, diyalogdur” tezlerinin dışına çıkıldığını bir kez daha bize gösteriyor” dedi.

“Bugünün konusu değil, davaların geçmişi 30-40 yıla dayanıyor”

Meclis’in de hafızasını tazelemek zorunda olduğunu vurgulayan Erhürman, “Bu konu bugünün konusu değildir” ifadelerini kullandı. Söz konusu davaların geçmişinin 30-40 yıla dayandığını kaydeden Erhürman, “Bu Meclis’te bulunan herkesin bundan haberdar olması gerekiyor. Luizidu kararı var ya… Oralara kadar hafızamızı taşımamız lazım. Luizidu davasında mahkeme bir karar verdi. Luizidu AİHM’de davayı kazanmıştı. Kazanmış olmasına rağmen, Türkiye uzun süre tazminatı ödemedi, 2000’lerin başında ödedi. Malın mülkiyeti de Luizidu’nun üzerinde kaldı. Kullanım hakkından kaynaklanan zarar tazmin edildi” dedi. Şimdi birilerinin “Biz de karşı davalar açalım” dediğini anımsatan Erhürman, davaların çok uzun sürdüğünü belirtti. “Biz 2000’lere kadar hiçbir karşı dava girişiminde bulunmadığımız gibi, AİHM’de doğru dürüst bir savunma bile sunmadık. Bu, devlet politikasıydı. O dönemde söylenen “global mal mülk takası”ydı. Kıbrıs Rum tarafının politikası ise tam tersine, davalar aracılığıyla taciz etmekti. Bu davalar, standart hukuk davaları değildir. Bu davalar, hukukun siyasetin aracı haline getirildiği davalardır. AİHM önündekiler de, Kıbrıs’ta açılanlar da öyledir. 2007 yılında dönemin Kıbrıs Rum Başsavcısı Petros Klerides, “AİHM bugüne kadar milli davamızı göğüslememiz için bize en güçlü silahı sağlamış organdır” dedi. Yani AİHM’nin bir silah olarak kullanıldığını, Rum Başsavcısı açıkça söylüyor. Bu, kendileri tarafından açıkça ifade edilen bir şeydi” diye konuşan Erhürman, 2005 yılında TMK’nın (Taşınmaz Mal Komisyonu) kurulduğunu hatırlattı.

“TMK’yı UBP Anayasa Mahkemesi’ne taşımıştı”

TMK’ya giden süreci de anımsatan Erhürman, “Türkiye Cumhuriyeti, 2000’lerin başında tazminatı ödedi; biz ise 2003 yılında Mal Tazmin Komisyonu’nu kurduk. Adından da anlaşılabileceği gibi bu komisyon, sadece tazminat ödeyebilen bir yapıydı. AİHM, bu komisyonu değerlendirdi ve etkili bir iç hukuk yolu olarak değerlendirilmez dedi. Biz de buna dayanarak 2005’te TMK’yı kurduk” dedi. Hâlâ bugün bu Meclis’in çatısı altında “Mal Tazmin Komisyonu” diyenler olduğuna dikkat çeken Erhürman, “Oysa TMK, sadece tazminat değil; iade ve takas seçeneklerini de içeren bir yapıdır. 2005 yılında bu komisyon kurulduğunda UBP, ret oyu vermiş ve komisyonu Anayasa Mahkemesi’ne taşımıştır. Anayasa Mahkemesi ise bu itirazı reddetmiştir. UBP’li arkadaşlardan bugüne dek bu konuda “yanlış yaptık” dediklerini de duymadım” diye konuştu. TMK’nın “üç ayak” üzerinde yükseldiğine vurgu yapan Erhürman, “Birinci ayak, AİHM kararlarına bağlılıktır. AİHM kararlarında, nasıl bir komisyonu etkili iç hukuk yolu olarak kabul edeceğini söylemiştir. İkinci ayak, Kıbrıs Türk halkının çözüm iradesidir. Kıbrıs Türk halkı 2004’te “evet” dediği için bu komisyon kurulabilmiştir. Üçüncü ayak da TMK yasasının giriş kısmında yer alır: “Bu yasa, iki bölgeli ilke üzerine inşa edilmiştir” denir. Neden böyle? Çünkü Kıbrıs Rum tarafı, siyaseten bu davaları organize ederek iki bölgeli ilkeyi tahrip etmeye çalışmıştır” dedi. TMK’nın, Kıbrıs Rum tarafını yöneten dönemin bakanlarını da endişelendirdiğini belirten Erhürman, “Dönemin Dış İşleri Bakanı Markulli, bazı Rumların TMK girişimlerini çok tehlikeli ve yıkıcı bulduğunu açıklamış, bu tarz davaların sonuçları olacağını duyurmuştur. Dönemin hükümet sözcüsü Palmas, AİHM’nin TMK’yı etkili iç hukuk yolu olarak kabul etmesi durumunda AİHM kararını tanımayacaklarını açıklamıştır” hatırlatmasında bulundu.

“Çözüm iradesi masada olmalı”

Söz konusu dönemde Kıbrıs Türk tarafının, doğru zeminde, ayakları yere basan, uluslararası hukukla uyumlu bir kurumsal yapı ortaya çıkarttığının altını çizen Erhürman, üç yıldır, yabancılara mülk satışı konusunda düzenleme yapılmazsa içeride ve dışarıda başımıza iş açılacağını defalarca söylediklerini ifade etti. “Çözümün olmadığı koşullarda, çözüm iradesinin masaya konması ve AİHM kararlarına uyulması gerekiyordu. Biz bunu geçmişi bildiğimiz için öngördük, allame olduğumuz için değil” diyen Erhürman, geçmişteki diğer davalarla ilgili de hatırlatmada bulundu. 2004’teki referandumda “evet” dedikten sonra, inşaatta bir patlama yaşandığını dile getiren Erhürman, “2009’da bu elimizde patladı. Biz buna karşı TMK ile direndik; yetmedi, o dönemin Cumhurbaşkanlığı’nda yoğun savunma çalışmaları yapıldı ve ayrı bir masa oluşturuldu. Kıbrıs Türk tarafı olarak kayıplarla ilgili davaları da gündeme getirdik. Çok yönlü bir politika yürütülüyordu” dedi. “Peki şimdi ne oldu? Üç yıldır bağırıyoruz. Pandemi sonrası inşaat sektöründe hareketlenme yaşandı. “Çözümsüzlük “çözümdür” dediğimiz koşullarda, bu davaların geleceğini anlattık. Sayın Ersin Tatar, “Yürüyün de korkmayın, ben arkanızdayım” dedi. Sayın Simon tutuklanınca “Ben demiştim, geçmesin” deme noktasına geldi. Bu ülkede “Ben arkanızdayım” deyip, sonra “Yapacak bir şeyim yok” diyemezsiniz. Bu aymazlıkla ülke yönetilemez. Sorunu tıkanma noktasına getiren de bu aymazlıktır” diye konuşan Erhürman, söz konusu sorun başladıktan sonra herkesin “âlim” kesildiğini vurguladı.

“İki devletli çözüm demenin “çözümsüzlük çözümdür” demek olduğunu dünya biliyor”

“Dâhiyane fikirlere gerek yok; yapılmışı var, TMK var. Sonuç alacak fikirlerle yürümek lazım. Kıbrıs Rum liderinin karşısına çıkıp Holguin’e anlatılması lazım: Şu anda güneyde başka bir hukuk, kuzeyde başka bir hukuk var. Öyle tuhaf bir şey ki, kuzeydeki hukuka uyarsanız güneydeki hukuku ihlal etmiş oluyorsunuz. Bunu uluslararası alanda görünür kılmanız gerekir” diyen Erhürman, yapılması gerekenleri sıraladı. Tufan Erhürman, “Eskiden ne diyorduk? “2004’te evet dedik, mülkiyet sorunu çözülsün istedik.” O gün Kıbrıslı Rumlar da “evet” deseydi, mülkiyet sorunu bugün büyük ölçüde çözülmüş olacaktı. Talat-Hristofyas görüşmelerinde uğraştık. Sayın Akıncı döneminde Crans Montana’da uğraştık. Hem sen mülkiyetin kapsamlı çözümünün bir parçası olduğunu bilip orada “hayır” de, hem de burada dava mı aç? Ama şimdi cümle değişti. Şimdi Hristodulidis dünyaya ne anlatıyor? “Hem çözümsüzlük çözümdür diyorlar, hem de Rum mallarını satıyorlar.” Bizim cümlemizi aldınız, onun ağzına verdiniz. Bu şartlarda dünyaya anlatmamız mümkün olmuyor” diye konuştu. “Çözüm aranıyorsa, çözümün ne olduğu bellidir” ifadelerini kullanan Erhürman, inşaat sektörünün öncü sektör haline getirildiğini kaydetti. Tufan Erhürman, “İki devletli çözüm” demenin “çözümsüzlük çözümdür” demek olduğunu biliyoruz, tüm dünya da biliyor” diye ekledi.